10 Ağustos 2012

Beyinde Bir Ben Özü Var mı?


Daniel Dennett benlik hissini şöyle açıklıyor:
Bilgi beynin paralel ağlarından akarken, beyin olup bitene dair çoklu taslaklar üretir. Bu taslaklardan bir tanesi, bizim kendimize anlattığımız sözlü hikaye olur ki bu durum hikayenin başka bir yazarı olduğu veya beynin görsel makinesinin başka bir kullanıcısı olduğu fikrini de içerir. Bu iyi huylu kullanıcı hayalidir.

Susan Blackmore bir ben özü olmadığını özetle şöyle anlatıyor:
Karar verirken bir içsel diyalog tecrübe ederiz. Bizi eyleme iten süreci ne başlattı. Biz mi? Sinapslara atlayan şeyleri başlatan ayrı bir öz yoktur. Beynimin bana ihtiyacı yoktur.
Blackmore benin özünün, farkındalığın merkezi olması gerekmediğini şu düşünce deneyiyle anlatıyor:
Kendinize sorular sorun. Bu ses nerededir? Kafamın içinde midir? Oradaysa, o halde onu işiten nedir? Onu işiten şeyin bilincinde olabilir miyim? Öyleysem, o şeyden de mi ayrı bir şeyim?

Farkındalık, beynin taslaklarından birinin sözlü hikayeyle iç ses olmasıdır. Bu iç ses ben özü hissini verir.

Yine de bu görüşlere ikna olmayanlar çıkacaktır. Ben o iç sesin ta kendisiyim diyebilirler. Düşünerek görüşleri devam ettirmeye çalışalım.

Peki bu iç ses her zaman tek ve tutarlı mıdır, Ben'in olması gerektiği gibi?

Bazı şizofrenleri ele alalım. Pekala içinde farklı kişilerle konuştuğuna inanabilir. Veya uzaylılarla telepatiyle iletişim kurduğuna inananlar var. Ölü insanların ruhlarıyla bağlantı kurduğuna belki kendini bile inandırmış medyumlar var. Arada bir, hâlâ içinde Tanrı'yla konuştuğuna inanan insanlar çıkabiliyor.

Çoğumuz, kafasında başka insanların, varlıkların sesini duyanların sanrılı olduğunu hemen kabul ederiz. Ama, kafasında tek bir kişinin (ruhunun) sesinin duyulmasının da aslında sanrı olduğunu kabullenmekte epey zorlanırız. Örnekler, iç sesin ayrı bir ben olmadığını gösteriyor.

İç ses, ister tek bir kişi ister çok kişi sanrısı oluştursun, beynin olup bitene dair, sözlü hikaye olarak oluşturduğu bir taslağıdır.

Steve Moulton bir kamera göz tasarlamış. Kamera bir binanın tepesindedir. Bir kaskla bağlantılıdır. Çektiği görüntüler kasktaki ekrana yansımaktadır. Kaskın dönmesine göre kamera da dönmektedir. Kafamızda kask varken, kendimizi binanın tepesinde hissederiz. Ben binanın tepesindedir. Hatta kafamızı 360 derece çevirebiliyoruzdur. Çünkü kamera, kafamızın dönme derecesinin iki katı dönmeye ayarlanmıştır. Sanki lastikten bir kafamız varmış gibi, kafamızı 180 derece döndürerek binanın tepesinde şehre 360 derece bakarız. Kendimizi tepede hissederiz ama mantığımızla odanın içinde olduğumuzu biliriz. Mesela bu kask bir şempanzeye takılsaydı kendisini gerçekten binanın tepesinde sanacaktır ve belki kafasının tam bir daire çizebildiğini düşünebilir. Bu sanrıya hemen kapılacaktır. Aynı şekilde ben hissi yaşadığımızı ama bunun sadece bir sanrı olduğunu mantığımızla anlayabiliriz.

Gelecekte Dünya daha tehlikeli olabilir. Avatar filmindeki gibi avatarlar geliştirilebilir. Ve biz odamızda otururken beynimizle bağlantılı kişisel robotlarımızla Dünya'da dolanabiliriz. Bu durumda ben hissini nerede yaşarız? Odamızda mı? Elbette, robotumuzun kamerasının arkasında! MIT Yapay Zeka Laboratuvar Kurucusu Marvin Minsky gelecekte böyle bir tekniğin olabileceğini çok önce söylemiş. Bir ceket ve kask giyerek çok uzaktaki bir robotu yönlendirebiliriz. Zor işleri yaptırabiliriz.

İlgili Belgeler:
Mem Makinesi – Susan Blackmore sayfa 285-304
Aklın G'özü - Douglas Hofstadter, Daniel Dennett sayfa 231