Daniel Dennett benlik hissini şöyle
açıklıyor:
Bilgi beynin paralel ağlarından
akarken, beyin olup bitene dair çoklu taslaklar üretir. Bu
taslaklardan bir tanesi, bizim kendimize anlattığımız sözlü
hikaye olur ki bu durum hikayenin başka bir yazarı olduğu veya
beynin görsel makinesinin başka bir kullanıcısı olduğu fikrini
de içerir. Bu iyi huylu kullanıcı hayalidir.
Susan Blackmore bir ben özü
olmadığını özetle şöyle anlatıyor:
Karar verirken bir içsel diyalog
tecrübe ederiz. Bizi eyleme iten süreci ne başlattı. Biz mi?
Sinapslara atlayan şeyleri başlatan ayrı bir öz yoktur. Beynimin
bana ihtiyacı yoktur.
Blackmore benin özünün,
farkındalığın merkezi olması gerekmediğini şu düşünce
deneyiyle anlatıyor:
Kendinize sorular sorun. Bu ses
nerededir? Kafamın içinde midir? Oradaysa, o halde onu işiten
nedir? Onu işiten şeyin bilincinde olabilir miyim? Öyleysem, o
şeyden de mi ayrı bir şeyim?
Farkındalık, beynin taslaklarından
birinin sözlü hikayeyle iç ses olmasıdır. Bu iç ses ben özü
hissini verir.
Yine de bu görüşlere ikna olmayanlar
çıkacaktır. Ben o iç sesin ta kendisiyim diyebilirler. Düşünerek
görüşleri devam ettirmeye çalışalım.
Peki bu iç ses her zaman tek ve
tutarlı mıdır, Ben'in olması gerektiği gibi?
Bazı şizofrenleri ele alalım. Pekala
içinde farklı kişilerle konuştuğuna inanabilir. Veya uzaylılarla
telepatiyle iletişim kurduğuna inananlar var. Ölü insanların
ruhlarıyla bağlantı kurduğuna belki kendini bile inandırmış
medyumlar var. Arada bir, hâlâ içinde Tanrı'yla konuştuğuna
inanan insanlar çıkabiliyor.
Çoğumuz, kafasında başka
insanların, varlıkların sesini duyanların sanrılı olduğunu
hemen kabul ederiz. Ama, kafasında tek bir kişinin (ruhunun)
sesinin duyulmasının da aslında sanrı olduğunu kabullenmekte
epey zorlanırız. Örnekler, iç sesin ayrı bir ben olmadığını
gösteriyor.
İç ses, ister tek bir kişi ister çok
kişi sanrısı oluştursun, beynin olup bitene dair, sözlü hikaye
olarak oluşturduğu bir taslağıdır.
Steve Moulton bir kamera göz
tasarlamış. Kamera bir binanın tepesindedir. Bir kaskla
bağlantılıdır. Çektiği görüntüler kasktaki ekrana
yansımaktadır. Kaskın dönmesine göre kamera da dönmektedir.
Kafamızda kask varken, kendimizi binanın tepesinde hissederiz. Ben
binanın tepesindedir. Hatta kafamızı 360 derece
çevirebiliyoruzdur. Çünkü kamera, kafamızın dönme derecesinin
iki katı dönmeye ayarlanmıştır. Sanki lastikten bir kafamız
varmış gibi, kafamızı 180 derece döndürerek binanın tepesinde
şehre 360 derece bakarız. Kendimizi tepede hissederiz ama
mantığımızla odanın içinde olduğumuzu biliriz. Mesela bu kask
bir şempanzeye takılsaydı kendisini gerçekten binanın tepesinde
sanacaktır ve belki kafasının tam bir daire çizebildiğini
düşünebilir. Bu sanrıya hemen kapılacaktır. Aynı şekilde ben
hissi yaşadığımızı ama bunun sadece bir sanrı olduğunu
mantığımızla anlayabiliriz.
Gelecekte Dünya daha tehlikeli
olabilir. Avatar filmindeki gibi avatarlar geliştirilebilir. Ve biz
odamızda otururken beynimizle bağlantılı kişisel robotlarımızla
Dünya'da dolanabiliriz. Bu durumda ben hissini nerede yaşarız?
Odamızda mı? Elbette, robotumuzun kamerasının arkasında! MIT
Yapay Zeka Laboratuvar Kurucusu Marvin Minsky gelecekte böyle bir
tekniğin olabileceğini çok önce söylemiş. Bir ceket ve kask
giyerek çok uzaktaki bir robotu yönlendirebiliriz. Zor işleri
yaptırabiliriz.
İlgili Belgeler:
Mem Makinesi – Susan Blackmore sayfa
285-304
Aklın G'özü - Douglas Hofstadter,
Daniel Dennett sayfa 231